Manevi hatıralarımın dizginlerini serbest bırakırken, aşkın küsmediği şehir Endülüs’te Cennetü’l Arif bahçesinde mümtaz bir köşede, aşkın frekansı ile manalarla manaları seyrederken, ay ışığı ve yanan kandilin titrek ışıkları altında, kalemi, kâğıdı elime alıp bu nadide eseri sizler için yazıyorum şimdi dostlarım…

Bu tılsımlı satırları yazarken, Endülüs’te bir rüyanın içinde rüyaya uyanmıştım, burası hatıratlar geçidiydi… Derin bir rüyada yaşıyoruz. Belki de şu an derin bir koma halindeyiz ve bir gün aniden uyanıp aslında dünyanın zannettiğimiz gibi bir yer olmadığını göreceğiz! Ve yaşadığımız her bir şeyin Bir rüya olduğunu anlamak nasıl bir duygu olurdu bir düşünün… Benim yaşadığım gibi…

…Hafızamda silinen hatıralar yeniden yazılacak, unutulanlar yeniden hatırlanacaktı belki de. Lakin o meçhul levhaların içerisinde ne geçmiş ve ne de gelecek
yoktu, sadece “an” vardı o âlemin sınırsız sınırları içerisinde…

Her bir pencere binlerce dünyalara açılıyordu, zamansız zamanların labirentleri koridorlarında. Ve mana âleminin eşiğinde süzülürken, gördüm ki aşk şerbetine muhtaç nice mecnunlar vardı. Ve anladım ki, ya olmalı, ya da olmamalı bu oyunun içinde. Zira kelamından hayır dökülmeyenin, gönlünden
de medet umulmazdı…

Arif AKDAŞ

“SULTANLARIN SERENADI MECELLE KİTABINDAN”